Toplumsal Kitle Hareketi ve Bunun Işığında Arap Baharı
Erhan GÜREL
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana, insan toplulukları arasındaki etkileşimler, zaman içinde biçim olarak değişse de sürekli varlığını sürdürmüştür. Avcı-toplayıcı döneminde mağara duvarlarına resmedilen toplu avlanma motifleri bu duruma örnek gösterilebilir. İnsanlar, karşılarındaki insan formundan duygusal, ruhsal ve fiziksel olarak etkileyebileceği gibi, kendileri de başkaları tarafından etkilenebilir. İnsanların birlikte hareket etme düşüncesi, göçebe hayat tarzını geride bırakıp yerleşik hayata geçmelerine yol açmıştır. Yerleşik hayata geçiş süreci, insanların ortak çıkarlar doğrultusunda belirli topraklara sahip çıkma fikrini doğurmuş ve bu basit düzeyde devlet kavramını ortaya çıkarmıştır. Tarihte bilinen ilk devlet yapısı olan Sümerlilerin devletleşmesi, kuvvet ve mücadele etmeninin etkisini gösterme ile gerçekleşmiştir.
Göçebe hayat tarzına sahip olan Sümerler, Mezopotamya’da çarpık bir yerleşik hayat tarzına sahip topluluklar üzerinde egemenlik kurarak ilk devlet kuramını ortaya çıkarmışlardır. Bu bölgede devletin ortaya çıkışı, toplumsal yapıdaki toprakla ilgilenen insanlar ile göçebeler arasındaki farklılaşmanın bir sonucudur. İnsanlar arasındaki bu etkileşim, bazen fikir birliğine yol açarken, bazen de fikir ayrılıklarına ve hatta kaba kuvvete başvurulmasına neden olmuştur. Tarihte bilinen ilk toplumsal fikir ayrılığı, M.Ö. 2730 döneminde, Firavun Seth-Peribsen döneminde ortaya çıkan Set İsyanıdır. Bu isyan, belki de dünya tarihinin ilk toplumsal hareketidir. Bu hareket, insanların duygularını dışa vurmalarının bir göstergesidir ve bu dışavurum, dünyanın sonuna kadar yanacak olan bir ateşin ilk kıvılcımlarıydı. İnsan topluluklarındaki bu toplu hareketler, sadece mevcut duruma tepki olarak kalmayıp, bazen konunun dışında sonuçlara da yol açmıştır. Bu duruma örnek olarak, Orta Asya’dan Avrupa’nın ortalarına kadar yayılan ve dünya sosyolojisini değiştiren Kavimler Göçü gösterilebilir. Orta Asya’daki Hunlar, Çin ve Avar baskısını kabul etmeyerek batıya doğru göç etmiş, bu hareketlilik Germen kabilelerini de batıya göç etmeye zorlamış ve bu durum Avrupa’da hem siyasi hem de sosyolojik gelişmelere yol açmıştır. Büyük Roma İmparatorluğu’nun yıkılması, bu durumun en büyük siyasi sonucu olarak örnek verilebilir. Dünyada uzun bir dönem büyük devletler ve imparatorluklar çağı hüküm sürmüştür. Bu devletler, birçok milleti kendi egemenlikleri altına almış ve onların adına karar verme yetkisini ellerinde bulundurmuşlardır. Ancak, bazı devletlerde egemenlik altında bulunan insanlar arasında düzeni sağlayamama, değişen insan düşünceleri ve belirli bir millete ayrıcalık tanınması, aynı milletten olan insanlar arasında düşünce birliğine yol açmış ve seslerini daha yüksek sesle duyurma gerekliliğini doğurmuştur. Hiçbir milletin diğerlerinden bir farkı olmadığını düşünen insanlar, ileride dünya üzerinde en keskin değişim olan “Milliyetçilik akımının” fikir babalığını yapacaktır. Böyle bir akımın etkisiyle büyük imparatorluklar parçalanmaya başlarken, aynı dönemde dünyada sanayileşmenin artması Sanayi Devrimi’ni başlatmıştır. Dünya, bir anda tahmin edilenden daha hızlı ve kuvvetli bir şekilde gelişmiş ve daha karmaşık bir denklemi oluşturmuştur.
Devletler arasında rekabet, Sanayi Devrimi’nin getirdiği güçle yeraltı kaynaklarının paylaşılması, Avrupa devletleri arasındaki tarihi çekişmeler, tüm insanların kafasında büyük bir savaş çıkacağı yönünde düşünceler oluşturuyordu. Nitekim 1914 yılında, önce Avrupa Savaşı olarak adlandırılan ve Osmanlı Devleti’nin de savaşa katılmasıyla üç kıtaya yayılan Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini, Avusturya-Macaristan Prensi Franz Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ateşlemiştir. Bu savaş sonrası dünya ne eskisi gibi olacak ne de eski fikirler devam edecekti. Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük imparatorlukların yıkılması ve bu imparatorluklar bünyesindeki milletler, kendi öz benliklerine sahip devletler kurmak için mücadele etmeye başladılar. Savaş öncesi dünyada adı çok geçmese de, savaş sonrası durumu hem savaş sırasında yaptıklarıyla hem de sonrasındaki stratejik hamlelerle öne çıkan Amerika Birleşik Devletleri, dünya siyasi düşünceleri konusunda daha da ön plana çıkmaya başlamış ve sonraki yıllarda dünya üzerindeki hemen her olayda hem iyi hem de kötü şekillerde adından söz ettirecek bir devlet yapısına bürünmüştür. Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında olan Araplar, Fransız İhtilali’nden sonra başlayan Milliyetçilik düşüncesine dayanarak İngilizlerin de desteğiyle isyanlar düzenlemiş ve Osmanlı’yı zor durumda bırakmışlardır. Savaş sonrası Osmanlı’nın yıkılmasıyla, Arap milletleri Suudi Arabistan, Suriye, Irak gibi devletler kurmuşlardır. 1. Dünya Savaşı sonrası oluşan buhranlı hava ve kazanan tarafların kaybedenlere uyguladığı yaptırımlar, yeniden büyük bir savaşın çıkacağı düşüncesini hemen hemen her kesimde oluşturmuştu. Nitekim, 21 yıl gibi kısa bir aradan sonra 1939’da yeniden alevlenen ve dünya tarihine gelmiş geçmiş en büyük savaş olarak tarihe kanla yazılan İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Savaş sonrası uzun yıllar boyunca yurt edinemeyen Yahudiler, kendilerine vaat edilmiş topraklar olarak düşündükleri Filistin topraklarında devlet kurmuşlardır. İsrail Devleti’nin kuruluşu, Orta Doğu’da büyük bir çatışmanın fitilini ateşlemişti. Kuruluşu takip eden yıllarda İsrail ve Arap ülkeleri arasında savaşlar başlamış, bu savaşlar ülkeler içinde yeni liderlerin ve düzenlerin doğmasına yol açmıştır. Bu süreçte Arap ülkelerinde liderlere karşı halkın tepkisine sebebiyet verecek olaylar olmaya başlamıştı. Haksızlıklar, liyakatsizlikler, güvenlik güçlerinin iktidara mutlak bağlılığı ve yanlış müdahaleler, Arap halkları için dayanılmaz hale gelmiştir. Dış dünyaya demokrasi naraları atanlar, ülke içinde mutlak monarşiyi içten içe istemekte ve bu doğrultuda uygulamalar yapmaktaydı. Yıllar geçtikçe diğer ülkelerin yaşam biçimlerine dikkate alan insanlar benzer bir yaşam sürmek istemişti. 90’lı yıllarda savaş sonrası toplumsal hareketlilik ve nevrotiklik Avrupa’da da etkisini gösteriyordu. 1960’lı yıllarda Londra, Paris, İstanbul gibi Avrupa’nın önemli noktalarına kadar uzanan, tüm dünyada etkisini gösteren öğrenci hareketleri, 1968 yılında Çekoslovakya’da ‘Prag Baharı’ olarak tarihte önemli bir yer edinmiştir. Prag Baharı, Çekoslovak Devlet Adamı Alexander Dubcek tarafından başlatılmış ve aynı yıl içerisinde sona ermiştir. Bu hareket, Çekoslovakya’da 1960’lı yıllarda artan ekonomik kriz nedeniyle Sovyet yönetiminin iktidar değişimini bir çözüm olarak görmesi üzerine başlamıştır. Dubcek; demokratik, liberal ve reformist bir çizgide ilerlemeye çalışmış ancak Sovyetler Birliği Varşova Paktı ülkelerinin bu durumdan etkilenebileceği endişesiyle rahatsız olmuş ve kendisi başta olmak üzere Varşova Paktı ülkeleriyle beraber Çekoslovakya’nın iç işlerine karışarak haksız bir işgale başlamıştır. Dünyada bu dönemde diğer ülkelerde de diktatörlük rejimleri benimsenmiş, sert ideallere sahip liderler başa geçmiştir.
Doğu-Batı rekabeti, radikal İslam’ın yükselmesi ve 11 Eylül olayları, 90’lı yıllarda demokrasi ile yönetilmeyen devletlerin yıkılması veya rejim değişiklikleri dünya da politik ve sosyolojik havayı değiştirmiş, 2000’li yıllarda Arap toplumunda da sert rüzgarlar estirmiştir. Bu yıllar, ekonomik sıkıntılar nedeniyle zor duruma düşen devletlerde halkın daha sert şartlarda yaşamasına neden olmuştur. Devleti yönetenlerin halktan kopuk yaşamaları, düzelmeyen ekonomi ve insana insan olduğu için verilmesi gereken değerin verilmemesi, Arap toplumundaki insanların tepkisiyle karşılanmıştır. Arap toplumundaki liderler, kalabalık insan topluluğunu hiçe sayarak kendilerini üst seviyede görmekte ve onları özgürlük, kendi kendilerini yönetme düşüncelerinden dolayı suçlu buluyordu. Devlet yönetiminde çıkarlar doğrultusunda insanların getirilmesi ve ülke yönetiminde söz sahibi yapılması, Arap halkını bir kıvılcım arayışına itmiştir. 17 Aralık 2010 tarihinde, Tunus sokaklarında işportacılık yapan Muhammed Buazizi, Tunus kolluk kuvvetlerinin kontrolsüz güç kullanımı sonucu kendini ateşe verdi. Bu dramatik olay sırasında Buazizi’nin ağzından dökülen “Tunus özgür kalacak” sözleri, Arap toplumunu yıllarca etkisi altında bırakacak bir kitlesel hareketin tetikleyicisi oldu. Tunus’taki protestolar sürerken, benzer bir toplumsal yapıya sahip olan Cezayir’de de yüksek enflasyon ve toplumun kendini yönetememe durumu, hükümetin bazı politikalarıyla kontrol altına alınmaya çalışıldıysa da, Cezayir’de hükümetten izin alınmadan yasadışı nitelikte gösteriler düzenlenmeye başlandı. Bu gösterilerde üç kişi hayatını kaybetti ve 420 kişi yaralandı. Tunus’taki protestolar, yerel kolluk kuvvetlerinin kontrolsüz müdahaleleri sonucu bir iç savaşa dönüşürken, 15 Ocak 2011 tarihinde Tunus lideri Zeynel Abidin Bin Ali, ülkeyi terk ederek Suudi Arabistan’a kaçtı. Bu olaylar, bütün Arap milletlerinde ve yakın coğrafyalarda özgürlük arayışıyla birlikte iç savaşlara sürüklenme eğilimini artırdı. Kuzey Afrika ülkesi Libya’da da, hükümet karşıtı gösteriler ve Muammer Kaddafi yönetimine karşı başlatılan isyan, kısa sürede gerçek anlamda bir iç savaşa dönüştü. Toplumsal kitle hareketi, 15 Şubat 2011 tarihinde başladı ve Kaddafi’nin Libya’nın ikinci büyük şehri olan Sirte’ye gitmesi ve orada saklandığı haberlerinin yayılması üzerine protestocular Sirte’yi ele geçirerek 20 Ekim 2011 tarihinde Kaddafi’yi öldürdü. Benzer tarihlerde, Hüsnü Mübarek’in liderlik yaptığı Mısır’da Arap Baharı farklı bir arka planda gerçekleşti. Mısır’ın zengin tarihi ve Arap dünyasında liderlik yarışındaki konumu, diğer ülkelerin çıkar çatışmalarında kullanılabilecek bir fırsat olarak görülüyordu. Dış destekli protestocular, ayaklanma yaşayan diğer ülkelerdeki benzer sosyal sorunlar nedeniyle ayaklanma yaşadı ve günlerce süren protestoların ardından Hüsnü Mübarek istifa etti. Mübarek’in istifasından sonra halk tarafından seçimle başa gelen Muhammed Mursi, ülkede yeniden diktatörlük düzeniyle yönetildiği ve düzeni ağır bir biçimde sağlamakla suçlandı. Bu durum, Mısır’da Mursi karşıtı gösterilerin başlamasına neden oldu. Mısır ordusu, ülkede bir askeri darbeye zemin hazırlandığını düşünerek, 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır Silahlı Kuvvetleri müdahalesiyle Muhammed Mursi’yi görevden indirdi ve yerine Abdülfettah el-Sisi ülkenin yeni yöneticisi oldu.Arap toplumundaki hareketlenmelerin bir diğeri, belki de en ağır olanı, Suriye’de Beşşar Esad’ın yönettiği ülkede gerçekleşti. Babasından devraldığı görevle bir tür saltanat dönemi yaşayan Esad, Ocak 2011’den itibaren küçük çaplı gösterilerle başlayan toplumsal kitle hareketiyle karşı karşıya kaldı. Diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi, Suriye’de de bu başkaldırı, kısa sürede ülke çapında yayıldı ve ileride dünya kamuoyunun merakla izleyeceği Suriye iç savaşına yol açtı. Hükûmet, bu gösterilere geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis şiddeti ve sansürle yanıt verdi; ancak gösteriler büyümeye devam etti. Beşşar Esad, özellikle Suriye’nin kuzeyindeki direnen şehirler ve kasabalara karşı büyük ölçekli bir askerî harekât başlattı. Bu harekâtın arkasında yatan en büyük sebep, Esad’ın isyanın kuzeyden çıkacağı endişesi ve kendi kişisel liderliğine darbe vurulmaması isteğiydi. Bu harekât, büyük sayılarda sivil can kaybına neden oldu. Böylesine geniş bir coğrafyaya yayılan toplumsal kitle hareketleri, başlangıçta çözülmüş gibi görünse de, uzun vadede içinden çıkılamaz bir hal almıştır. Sonuç olarak, insanın yaratılışından beri içinde barındırdığı asabiyet içgüdüsü, toplumdaki diğer insanlarla etkileşim yoluyla açığa çıkmış ve bu insanların asabiyet bağı, ülke liderlerine olan bağlılıklarını zayıflatmıştır.
Ülke liderlerinin, bu asabiyetin etkisini kavrayamaması ve toplumların geçmişten gelen duygularını bastırmaya çalışmaları, kendi çöküşlerinin de ana nedeni olmuştur. Arap ülkelerinde bu durum açıkça görülmüş ve ülke liderleri, Arap toplum sosyolojisini tam olarak kavrayamadıkları için yönetimde başarısız olmuşlardır.
KAYNAKÇA
Bilal, T. (2017). Arap Baharı: İbn Haldun’un “Asabiyet” Teorisini Yeniden Düşünmek. İbn Haldun Çalışmaları Dergisi, 2(2), 139–144.
Gülriz ŞEN, İran ve “Arap Baharı”: Bağlam, Söylem ve Siyaset, Ocak 2012, Cilt 3, Sayı 2
Hikmetullah kılıç, Sosyal Hareketler Sosyoloji Açısından Çevre Hareketleri, makale

İstanbul Üniversitesi Siyasal bilgiler fakültesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi öğrencisiyim


Yorum gönder