YAŞAMIN İZLERİNDE BOĞULUYORUM
Biri gökyüzünde saf halde olanı, biri onun tüm çıplaklığı ve hatasıyla görünmesini sağlayan nehirde. Biri de âşık olanın kendi gözlerinde. Son kez gülümsersin ama hâlâ dudaklarına kiraz çiçekleri gelmez. Solmuştur artık ve bir daha yeşermeyecektir belki de hiçbir baharda. O zaman anlarsın. Sen artık çocuk değilsindir ve asla bir daha çocuk olamayacaksındır. Annenin dizinin dibinde dinlediğin masallar, babanın dilinden dökülen şefkat dolu sözler; anı olarak kalacaktır geçmişinde artık sadece.
Yüklerinden kurtulmak istersin. İstersin de… nasıl olacaktır? Nasıl unutacaksın onu, geçmişi? Veda mı en acısı? Kendine mi? İçinde susmayan sesin ve kaybolmuş benliğini alır, koyulursun var olamadığın boşlukta kaybolmaya. Bağcıklı ayakkabılarına son kez bakıp nehrin yanındaki ağacın yanına gidersin. Acele etmeden ayakkabının bağcıklarını ağaca bağlayıp onların orada asılı durmasını sağlarsın. Sonra geri çekilip, aya bakarak kendi kendine mırıldanırsın:
“Her ölüm erken ölümdür, biliyorum Tanrım. Ama ayrıca aldığın şu hayat fena değildir. Üstü kalsın.”
Artık gitme vaktin gelmiştir. Kendini nehrin soğuk sularına bırakırsın.
Sen doğru olanı yaptın, çünkü âşık olmuşsundur. Doğru kişi değildin onun için ama kendini de tutamazdın… Ne yapmalı? Derin sulara gömülürken son kez yukarı bakarsın. Artık Ay’ın çıplak ve hatalı tarafına gömülmüştün. Yani kendine. Boş bir mezara düşmüştün. Sevdiğinin avuç içleri toprak kokarken… Artık âşık olduğun kişi delinin yıldızıdır ve sen Ay’ın yanında, o hiç fark edilmeyen yıldızlardan biri olmuşsundur.
Nehrin kenarında uçsuz bucaksız dolaşan kelebeğin sol gözünde ise öyle büyük bir parlaklık vardır ki hiçbir zaman yok olmayacaktır. Ama bu sefer, o parlaklık dolunaydan değildir. Parlaklık senin içindedir çünkü. Hayatın anlam arayışında bulduğun bir pirinç tanesinden de küçüktür mutluluk. Kendine sorarsın ancak bulamazsın. Düşünür durur, kendini kaybedersin. Tutunacak bir dal arar ve tekrar edersin:
“Ben aslında doğru kişiydim, lakin kelebeğin ilgisizliğine yenik düştüm. Evet, evet… çok düşündüm ve kayboldum. Bu yüzden Ay hep kaybedecek. Ben yokken parlamayacak artık. Gün geçtikçe eskisinden beter olacak. Çırpınan ellerime uzanacak her gün. Yalnızca uzanacak… ve tutamayacak.”
Peki, ben ne yapacağım Tanrım? Bir zamanlar çocuk olmuş ben, sanki onun sesini duyuyorum birden dibe doğru çökerken. Sonbahardayız ve benim yapraklarım dökülmek üzere, Ay’ın etkisindeki gözlerimden. Galiba artık mantıklı düşünüyorum. Evet, doğru tahmin. Dökülüyorum. Ya da… yanlış. Senin de yaptığını biliyordum! Ama ben doğru olanı yapmıyordum. Kızma bana, “Halledebilirdik.” deme. Ben iflah olmam. Evet, kaşımın altında gözüm var ama… kimin umurunda?
Her şeyimi değiştirmeme rağmen, gözlerimi hiç değiştirmedim ki. Ama kimse bunu fark etmedi. Sen de öyle. Delinin yıldızı olarak, gözümdeki Ay’ı hiçbir zaman istemedin. Ben de başkası olmaktan yoruldum. Ben tekim. Kanlı ve canlı olan ben, bu dünyada sadece bir taneyim. Ama artık Ay’ın yanına aidim.
Aslında hiçbir şey dışarıdan göründüğü kadar basit değildi. Bunu her aynaya baktığımda anlıyordum. Ama gözlerime hâlâ bakamıyorum. Artık doğru çözüme ulaştın. Daldığın yerden Ay’a bakmayı kesebilirsin. Evet, ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz. Derine iniyorum. Durmadan, biçare ilerliyorum.
Boğuluyorum.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk 4.sınıf öğrencisiyim. Ortaokul yıllarımdan bu yana yazmak benim için günlük hayatın telaşesinde bir durak noktası.
Yorum gönder