BÜYÜK LİDER, KÜÇÜK İMPARATORLUK: I. JUSTİNİANUS

BÜYÜK LİDER, KÜÇÜK İMPARATORLUK: I. JUSTİNİANUS

GİRİŞ

İnsanoğlu, doğumundan ölümüne kadar geçen süre boyunca yaşadığı olaylar dizininin karşısında gösterdiği tutumlar ile bir karakter ortaya koymuştur. Yaşanılan zorlu zamanlar ve problemler arttıkça, bu zorlu zamanlara ve problemlere çözüm üretmek amacıyla gruplaşarak hayatta kalma eğilimine giren insanoğlu, bu şekilde ayrı ayrı kümelenerek toplumları meydana getirmiştir. Bir zamandan sonra, çoğunluğun olduğu yerde farklı görüşlerin ortaya çıkmasından dolayı toplumların arasında belli başlı vasıflarıyla diğerlerinden daha farklı olarak liderler ortaya çıkmışlardır. Zamanla toplumlar kolonileri, şehir devletlerini ve imparatorlukları oluşturduklarında bu liderlerin, konumları, insanlar üzerindeki etkileri ve hakimiyet alanları oldukça genişlemiş ve doğal olarak liderliğe olan istek ve heves oldukça artmıştır. Kimi zaman zor şartlar kimi zaman kolay şartlar oluşmuş, toplumun karakterine ve kimliğine göre olumlu ya da olumsuz bir etkiye sahip olacağı yine de meçhul olan lider kişisi, bütün bu etkenler karşısında başarılı ya da başarısız sonuçlar elde etse de bunun muhakemesi her zaman oldukça zor olmuştur. Bir lider için iyi veya kötü diyebilmek amacıyla yola çıkıldığında oldukça ince eleyip sıkı dokumak ve ortaya ayrıntılı bir çerçeve çıkarılması gerekmiştir. Bu muhakemeler de bir liderin iyi veya kötü olduğunu başarılı yahut başarısız olduğunu kimi zaman ortaya net bir şekilde koymayabilir, insanoğlu kendisinden öncekileri ya çok kötü ve berbat halde ya da çok iyi ve kahraman bir şekilde tasniflemek istese de gerçek tarih ve toplum bilimi ya da antropoloji bilimi bizlere insanın doğasının bu şekilde değil, olaylara ve akışa göre şekillendiğini, bir yerde hata yapan kişinin başka bir yerde çok iyi tutumlar sergileyebileceğini söylemiştir. Bu durum liderler içinde bu şekildedir.

Pek tabii tarihte var olmuş, hüküm sürmüş liderlerin bazıları diğerlerinden daha ön plana çıkmıştır. Bu ön plana çıkmaların sebepleri ahlaki olarak iyi veya kötü diye sınıflandırmadan gerçekleşen büyük olaylara, liderin doğduğu zamana ve zemine göre değişkenlik göstermiştir. Bu şekilde ön planda olan ve konuşulan liderlerin incelenmesinde kendisinden önceki yöneticiden başlamanın gerektiğini unutmamak lazımdır. Unutmayalım ki herkes yönetici olabilir ama herkes lider olamaz.

Bu yazımda yöneticiliğinden, aile ilişkilerine, dünya görüşünden kriz anlarında sergilediği tutumlara, kanunlarına ve hatta mimari yapılarına kadar incelenmeye değer olan bir liderden bahsedeceğim. Flavius Petrus Sabbatius Justinianus (Büyük Jüstinyen).

İMPARATORLUKTAN ÖNCE AMCA JUSTİNUS

Tarihler yaklaşık 460 yılını gösterdiğinde Bizans İmparatoru I. Leo, Konstantinapolis merkezli ‘’Excubitores’’ adıyla yeni bir seçkin muhafızlar birliği kurma girişimindeydi. Tam bu sırada Doğu Roma’nın İlirya eyaletinin Dardania bölgesinde (Üsküp ve Niş arasında kalıyor) Bederina köyünde çiftçi bir aile yaşamaktaydı. Hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan Got asıllı Justus, diğer tüm çiftçiler ve Roma halkı gibi hatta Avrupa’nın geri kalanı gibi köyünün yakılıp yıkılmasından, barbarlar olarak nitelendirdikleri kavimlerin saldırmasından çekinerek yaşayan kendi halinde biriydi.

Bir gece korktukları başına geldiğinde, oğlu Justinus, diğer iki kardeşiyle birlikte şehirden ayrılmıştı. Prokopius Gizli Tarih isimli eserinde bu durumu şu şekilde aktarmaktadır. ‘’Sırtlarında pelerinleri sarkarak… ve şehre geldikleri zaman yanlarında evlerinden getirdikleri birkaç peksimetten başka hiçbir şeyleri yoktu.’’

Okuma yazma bilmeyen ve yalnızca iki peksimet ile yola çıkan, ailesini ,evini kaybeden köylü genç, günün birinde evlatlık olarak aldığı bir çocuğu, Bizans İmparatorluğuna armağan edecekti. Aslında akış doğruydu, zor zamanlar güçlü adamları, güçlü adamlar kolay zamanları, kolay zamanlar ise tembel ve daha güçsüz adamları, bu adamlar ise tekrardan zor zamanları meydana getirecekti.

Genç Justinus, Konstantinapolis’in yolunu tutmuştu ve buraya gelerek I.Leo’nun kurduğu özel muhafız birliğine yerleşmesi onun için köylülükten yükselişe geçişinde ilk adım olacaktı.

I. FLAVİUS ANASTASİUS ( 430-31 D. 9 Temmuz 518 Ö.)

Anastasios, 11 Nisan 491 tarihine kadar saray memuru görevini icra eden bir soyluydu. Kendisi bir monofizitti. O kadar dini konulara ilgiliydi ki 488 yılında Antioch (Antakya) patriği Peter Fullo öldüğünde yerine geçmeye aday gösterilmişti. Fakat kazanamasa da sonrasında gerçekleşen yukarıda belirttiğim tarihte eline aldıkları, bıraktıklarından daha büyüktü. Liyakatli ve bilge bir kişiliğe sahipti. Lakabı Dikoros ‘’iki gözbebekli’’ olan Anastasius (bir gözü mavi diğeri ise karaydı), Ekonomiyi iyi bilir ve yönetirdi. Zaten kendi döneminde dini olgularıyla ön plana çıkmasının yanı sıra hazine geliştirmeleriyle oldukça yetenekli bir yönetim şekli sergilemiştir.

BİZANS İMPARATORLUĞUNDA GENEL DURUM VE ANASTASİUS’UN TAHTA GEÇİŞİ

Genel itibariyle Bizans tahtındaki karışıklık oldukça büyüktü ve bu kaos ortamı İmparatorluğu korkunç bir sona yahut fetret gibi bir boşluk dönemine dahi götürebilirdi.

I. Leo (Bizans Kasabı), tahta başkomutanı Aspar’ın desteğiyle geçmişti ve komutanının ordudaki yetkinliğini kırmak adına türlü girişimlerde bulunması gerektiğinin farkında olarak kendisine özel muhafız birliği kurma teşebbüsü gibi hamlelerde bulunmaya devam ediyordu. Bu hamlelerden en önemlisi ise İsauryalı kavimlerle anlaşmaktı ki böylece orduda güçlü bir kozu olacaktı çünkü bu kavimler askeri olarak ön plana çıkan kavimlerdi. Bu anlaşma meselesini, bağlarını kuvvetlendirmek amacıyla İsauryalı kavimlerin lideri olan Tarasicodiska ile kızı Ariadne ile evliliğini sağladı. Çatırdamalar oldukça fazlaydı ve senatodan hatta halktan olumlu tepki aldığı söylenemez. Bu arada Tarasicodiska ismini evlilik sonrasında değiştirerek Zeno olarak anılmaya başlanmasını sağladı. Bu konunun ciddileştiğine ve hanedanın her an İsauryalı kanıyla devam etme riskiyle karşı karşıya kalındığına dair büyük bir işaretti.

Tarihler bu defa 18 Ocak 474’ü gösterdiğinde dizanteri hastalığına yakalanan I. Leo, yaşamını yitirdi ve yerine torunu II. Leo geçti. Söylenti olarak görülse de kuvvetle muhtemel II.Leo o yılın başında çıktığı tahtını henüz bir yılı doldurmadan annesi Ariadne tarafından zehirlenerek kaybetmiştir. Asıl sebebi kocasının tahta geçmesini istemesiydi. Böylece varis bulunmadığından İsauryalı Flavius Zeno tahta geçmiştir. Kanın önemi yitirilmek üzeredir. Aslında oğlu tarafından 474’te ortak imparator ilan edilmişti fakat tek güç olma isteği insanoğlunun yaradılıştan beri en büyük hırs ve hevesidir ve Zeno’da buna kapılan liderlerden biridir.

Halk ve Bizans soylularıyla birlikte Senato, kanın öneminin farkında olarak Zeno’yu desteklemiyordu. Bu süreçle birlikte kısa süre sonra tarihler 9 ocak 475’i gösterirken kayınvalidesi Verine ve onun erkek kardeşi Basiliscus tarafından tahtı gasp edilmiştir. Ardından Basiliscus Monofizit olmasıyla ve yeteneksizliğiyle taraftarlarının desteğini kaybetmiş, Ağustos 475 yılında Zeno ila yaptığı taht savaşından mağlup ayrılmış hapiste aç bırakılarak ölüme terk edilmiştir.

İkinci defa tahta geçen Zeno, kötü bir yönetim sergilese de bir süre karışıklık yaşanmasına engel olduğunu düşündürecek bir hamle yaptı. Halihazırda barbar kavimlerin zayıflatmasıyla idaresi düşmek üzere olan Augustus’u devirerek Doğu ve Batı Romayı birleştirdiğini iddia etti.

Ardından Zeno, bu süreçte yetenekli bakanı Anastasius’u mali işlerin başına geçirtti ve ona güveniyordu. Aynı zamanda Anastasius’u bir süre kendi özel danışmanı dahi yaptı.

Bu gerçekleşen olaylar sırasında İmparatorluk askeri alanda özellikle Kartacılalara karşı büyük kayıplar yaşamış ve erimeye devam ediyordu. Bütün bunların yanında Zeno’nun başka çocuğu bulunmuyordu ve tahtın varisi yoktu. Tarih 9 Nisan 491’di ve yaşlılıktan dünyaya gözlerini yumdu. Taht boş kalmamalıydı ve aslında Anastasius’un siyasi kimliğinin yanı sıra kan kutsallığı bakımından Romalı olması da imparatorluk meşruiyetini gerçekleştirmede ve taraftar bulmada güçlü bir etkendi. Ardından 11 Nisan 491’de Ariadne tarafından seçilmiş ve tahta 61 yaşında geçmişti.

I. ANASTASİUS’UN TAHT DÖNEMİ VE JUSTINUS’UN ROLÜ

Zeno’nun halkın baskısından dolayı Ariadne tarafından tercih edilmeyen yeğeni Longinus gaspçı olma girişiminde bulundu ve Anastastasius, Cotyaeum Muharebesinde bu kalkışmanın belini kırsa da ufak çatışmalarla savaş Isauria dağlarında bir süre daha devam etti. Bu savaşta ön plana çıkan Justinus, özel muhafız birliğinin komutanı oldu.Sasanilerle birçok savaşa girdi ve monofizit inancından dolayı şehrinde çıkan ayaklanmaları bastırmayı başararak tartışmasız otoritesini sağlamayı bildi.

Gerçeklik payı tam olarak bilinmemekle ve kurgu olması kuvvetle ihtimal olarak varis bırakma eylemini dair bir söylenti vardır. Anastasius, üç kanepenin altına bir kağıt koydu ve yeğenlerini çağırtarak oturmalarını istedi. İki yeğeni de aynı kanepeye oturunca kağıdın bulunduğu kanepe boş kaldı ve tanrıya yakarması sonucunda ertesi sabah odasına ilk giren kişinin İmparator olacağına karar verdi. Bu kişi sabahleyin odasına gelen muhafız birliği komutanı Justinus oldu. Justinus, Dardania bölgesinde doğan yeğeni Justinianus’u köyünden aldırıp evlat edinerek şehre getirdi ve özel eğitimler almasını sağladı.

ANASTASİUS’UN ÖLÜMÜ VE JUSTİNUS’UN TAHTA GEÇİŞİ

İmparator I. Anastaius 518’de öldüğünde Justinianus’un büyük desteğiyle yeni imparator Justinus oldu. Bu destek oldukça büyüktü ve tarihçiler tarafından kabul edilen nesnel bir yargı olarak apaçık ortada olan bir şey vardı ki bu şey, Justinianus’un dayısının seçilmesi için bir zemin hazırlamak amacıyla orduda bulunan en küçük rütbeli askerden en büyük bürokrata kadar herkesi yanına çekmesi ve tahtı armağan etmesiydi. Bu durum aynı zamanda zemini hazırlarken yanına çektiği tabakaları kendisine de bağlı hale getirmesi demekti.İmparatorluk süresi boyunca Justinianus’un etkisinde kalan Justinus, yeğeninin iyice bütün yönetimi ele aldığını fark edince kendisine denk olduğunu senatoya bildirmiştir.

Justinus’un imparatorluğa geçişinden sonra ilk uğraşı Trakya’da bulunan Vitelian oldu. Vitalian’a Konsüllük rütbesi ve magister militum unvanı ile ordu komutanlığı verilecegi söz verilerek onun Konstantinopolis’e gelmesi sağlandı. Konstantinopolis’e gelip bu görevleri üzerine aldıktan hemen sonra bir suikaste kurban gitti. Konstantinopolis’te herkes bütün bunların dayısı adına Justinianus tarafından planlanıp gerçekleştirildiğini bilmekteydi.

Prokopius’un tarihinde ifade edilenin aksine, gerçekte Justinianus iktidar gücünü resmen ancak Justinus’un ölümünden iki yıl önce ortak imparator ve bir yıl önce de varis ilan edilmekle almıştır. Bu gerçek iktidar gücünü ele alabilmek için de halkı kendine sevdirmek için büyük yarışmalara ve eğlenceler düzenleyerek çok büyük harcamalar yapması gerekmiştir. 521 yılındaki Konsüllüğünü kutlama oyunları buna örnektir.

Justinus çoğu zaman yeğeni Justinianus’un isteklerine karşı gelememiştir. Bu isteklerden biri Justinianus’un âşık olduğu fakat çok aşağı sınıftan olan Theodora ile evlenmesini sağlaması olmuştur. 525 yılında Justinus, Senatör olan sınıfın cemiyetin çok aşağı sınıflarından gelmiş olan kadınlarla evlenmesini cemiyet kurallarına uygun görünmediği nedeniyle engelleyen bir eski kanunu yürürlükten kaldırdı. Bu yasanın kaldırılması sonucunda Justinianus, babası hipodromda ayılara bakan ve kendisi de eskiden aktris ve yüksek sınıf bir fahişe rollerde bulunmuş olan Theodora ile evlendi. Bilinmeyen tek şey Theodora’nın bir fahişeden fazlası olmasıydı…

Justinus’un son yıllarında İmparatorluğun sınırlarında batıda Ostrogotlar ve doğuda Persler ile askeri mücadeleler yapılmaya başladı. 526 yılında Justinus’un sağlığı gittikçe kötüye gitmekte idi. O yıl Justinus, Justinianus’u ortak imparator ve ertesi yıl varis seçti. 1 Ağustos 527 tarihinde Justinus öldü ve Justinianus tek olarak imparatorluk gücünü eline aldı.

I. JUSTİNİANUS

Böylece bir köylü ailesi büyüyerek bir hanedan olmuş ve imparatorların büyüğü sıfatını taşıyacak olan bir lideri içinden çıkarmak üzere halindeydi.

I. JUSTİNİANUS (BÜYÜK)

Justinianus, sonunda sebepler silsilesiyle kaderin cilvesinin bir sonucu olarak lider olmuştu. İmparatorluğun çalkantıda olmasına karşılık, Jüstinianus’ta kararlarını çalkantılı ve radikal almalıydı. Döneminde bizansın yenilenmesi ve eski ihtişamına kavuşturulması hedefi gerçekleştirilmeye çalışıldı ve eski topraklarını alma girişimleriyle birlikte mimari olarak da yenilenmeler bu hedefin adımları oldu.

ASKERİ BAŞARILAR VE FETİHLER

General Belisarius komutasındaki ordular Kuzey Afrika’da Vandalları, İtalya’da Ostrogotları ve İspanya’da Vizigotları yenilgiye uğrattı. Bu fetihlerle birlikte Akdeniz’in büyük kısmı Bizans İmparatorluğuna geçmişti ve devletinin eski görkemini kazandırmaya gözü aç olan Jüstinianus bunlarla yetinmek istemiyordu ve amaçlarından biri de Tarihe geçmekti ki tarihe yalnızca fetihlerle değil özellikle hukuk alanında kendi kanunlarını çıkararak ve başka reformlar üzerinde çalışarak geçebileceğinin farkındaydı.

HUKUK REFORMU

Justinianus’un en büyük mirası 4 bölümden oluşan medeni hukuk kanunu ‘’Corpus Juris Civilis’’ olmuştur. İçerik olarak Codex Justinianus (Kanunlar), Institutiones (hukuk eğitimi), Digesta (hukuki metinler) ve Novelle (yeni kanunlar) şeklindedir. Corpus Juris Civilis’in öxzelliği modern hukuk sistemlerinin temellerini oluşturuyor olmasıdır.

DİNİ POLİTİKALAR VE AYASOFYA’NIN İNŞASI

Justinianus, dini politikalar konusunda oldukça radikal kararlar aldı ve halktan geldiği için kendisinden beklenilen hoşgörü ve eşitlik yahut ılımlı yaklaşımdan çok uzaktaydı. Elbette ki her kararının ve hamlesinin arkasında eşi Theodora’nın etkisi büyüktü.

Kucağında Çocuk İsa’yı tutan Meryem Ana’yı betimleyen Ayasofya mozaiği. Sağ tarafında Justinianus duruyor ve Ayasofya’nın bir maketini sunuyor. Solunda, I. Konstantin, Konstantinopolis’in bir modeli sunuyor.

Öncelikle amacı Ortadoks Hristiyanlığı güçlendirmek oldu ve Paganlara, diğer inançlara ve özellikle Monofizitlere karşı büyük mücadeleler verdi. Dini olarak vizyonunu gösteren bir mesele olarakta döneminin en büyük ve en görkemli kilisesi olan Ayasofya’yı inşa etti.

Monofizitizm oldukça önemliydi çünkü İsa’nın tek bir doğasının olduğunu kabul etmek kiliseye gerek duymadan evinde dahi ibadet edebilmek demektir ki bu ekonomik olarak kilise bağışlarının ve ziyaretlerle birlikte insanlar üzerindeki kilise otoritesinin önüne geçmek demekti ve konu ne olursa olsun her tartışmanın ve alınan kararların maddiyatla ilgili olduğunu burada görmekteyiz.

MİMARİ GELİŞMELER

Bu dönem Bizans mimarisinin altın çağı olarak kabul edilir. Ayasofya ile yetinmeyen Justinianus, daha birçok kiliseyi yenilemiş, su kemeri ve bir kamu binaları inşa etmiştir. Ravenna’daki Theodora ve Justinianus mozaiklerini içinde bulunduran San Vitale kilisesi buna başka bir örnektir.

İÇ İSYANLARA GİDEN SÜREÇ VE BÜYÜK NİKA İSYANINDA THEODORA’NIN ROLÜ

Bazen görkem ve yapılanma alt tabakanın anlayamayacağı durumlar olabilir ve çoğu zamanda böyledir. Nitekim devlet ve millet arasındaki ilişki ağında halkı ilgilendiren refah düzeyi, huzurlu ve sağlıklı yaşam, sefaletten uzak olma ve ezilmemektir. Devletin görkemli saraylar, kiliseler, yapılar inşa etmesi, askeri fetihlerde başarılı olması halkın her zaman huzurlu ve bu durumlardan oldukça hoşnut olduğu anlamına gelmez. Bu duruma II. Mehmed’in dönemini örnek gösterebiliriz.

541-42 yıllarında patlak veren Justinianus vebasından hemen önce, inşa edilen kiliseler, askeri fetihler, inşa edilen su kemerleri ve yenilenen yapılar İmparatorluğun mali durumunu neredeyse sıfırladı ve her gerçekleşen yenilenmede Justinianus, vergileri biraz daha arttırdı. Halk bu durumdan rahatsızdı ve kaçınılmaz bir son yaklaşıyordu.

NİKA İSYANI VE BASTIRILMASI

Maviler ve yeşiller olarak gruplara ayrılan takımların destekçileri bir kışkırtma ve planlamayla bütün aykırı sesleri bir araya getirmişlerdi. Yolsuzluğun oldukça arttığı, siyasi olarak söz hakkının senatoda dahi sadece Justinianus ve eşinde olduğu (eşinin katılması dahi bir problem), alt tabakadan biriyle evlenmesi, dini hoşnutsuzluğu ve aykırıları bastırması, Roma hukukunu değiştirmesi ki tanrı tarafından bahşedilen bir durumu farklılaştırmak hoşnut olmadı bütün bu durumlar isyanın ana sebepleriydi.

Hipodromda (bugünkü Sultan Ahmet meydanı) düzenlenen yarışlarda Yeşiller bir monofizit grubuydu ve toprak sahibi olmayan paralıların çıkarlarını temsil ediyordu. Mavileri destekleyen Justinianus yine de her iki takımında gücünü azaltıyordu ve bir grup bunu baskı olarak görürken diğeri ihanet olarak görüyordu.

Hipodrom sarayın yanındaydı, bu yüzden Justinianus saraydaki locasında yarışları izliyordu. Kalabalık, başından beri Justinianus’a hakaretler yağdırdı. Günün sonunda, 22. yarışta partizan tezahüratları “Mavi” veya “Yeşil” gruplarından birleşik bir Grekçe (“Nika”, “Kazan!”, “Zafer!” veya “Fetih!”) sloganına dönüşmüştü ve kalabalık saraya saldırmaya başladı. Kargaşa sırasında çıkan yangınlar, şehrin en önde gelen kilisesi olan Ayasofya dahil olmak üzere şehrin çoğunu yok etti.

Justinianus kaçmayı düşündü, ancak karısı Theodora’nın “Tacı takanlar, onun kaybından asla kurtulamazlar. İmparatoriçe olarak selamlanmadığım günü asla görmeyeceğim.” diyerek onu vazgeçirdiği söylenir. Ayrıca, “Gün ışığına doğan her kim er ya da geç ölür ve bir İmparator nasıl olur da kendisinin bir kaçak olmasına izin verebilir” diye ekledi. İmparator için denizde bir kaçış yolu açık olmasına rağmen, Theodora, şehirde kalacağı konusunda ısrar etti ve eski bir deyişi “Kraliyet güzel bir mezar örtüsüdür” veya belki de “kraliyet rengi Mor iyi bir kefendir” sözünü söyledi.

Justinianus, popüler bir hadım olan Narses ile generaller Belisarius ve Mundus’u içeren bir plan yaptı. Hafif yapılı hadım, Justinianus tarafından kendisine verilen bir torba altını taşıyarak, tek başına ve silahsız olarak Hipodrom’a girdi. Narses doğrudan Maviler bölümüne gitti ve burada önemli Mavi liderlere yaklaştı ve onlara Justinianus’un Yeşiller karşısında onları desteklediğini hatırlattı. Altınları dağıttı ve Mavi liderler birbirleriyle sessizce konuştu ve ardından takipçilerine hitap ettiler. Yeşiller kalırken birçok Maviler Hipodrom’u terk etti. Ardından, Belisarius ve Mundus tarafından yönetilen İmparatorluk birlikleri Hipodrom’a saldırdı. Hipodromun bir girişini kapatan askerler diğer girişinden içeriye saldırı yaptılar ve 30.000 isyancı sorgusuz öldürüldü.

Justinianus, isyanın lideri Hipatius’u idam ettirdi ve kendisini destekleyen soyluları sürgün etti.

İsyan sonrası şehri tekrar imar çalışmalarına sokan Justinianus, halkına bir jest olarak Ayasofya’yı yeniden inşa ettirir ve bu görevi mimarlar Trallesli Antemius ve Miletli İsidoros’a verir. İsidoros’un Ayasofya’nın ikinci inşasında mimar olması Yunanlıların bu yapıyı sahiplenmek için buldukları kılıftır ve oldukça gülünç bir durumdur.

JUSTİNİANUS’UN ÖLÜMÜ

Jüstinyen, 14 Kasım 565 yılında öldü. Ölümünden sonra Bizans İmparatorluğu, onun dönemindeki gücünü koruyamadı. Jüstinyen’in hukuk reformları, modern Avrupa hukukunun temelini oluşturdu. Ayasofya gibi mimari eserler, günümüze kadar. ulaşarak onun mirasını yaşattı. Ancak aşırı genişleme politikası ve mali yükler, imparatorluğun uzun vadede zayıflamasına neden oldu. Jüstinyen, hem başarıları hem de hatalarıyla Bizans tarihinin en önemli figürlerinden biridir. Onun dönemi, antik dünyanın sonu ve Orta Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir.

Justinianus sayesinde Bizans İmparatorluğu yıkılmasından önceki son şeklini almıştır ve durumunu özetlemek gerekirse: İmparatorluk, altın ve kıymetli taşlarla süslenmiş genç bir kız gibi görünen, ihtiyar bir kadındır.

JUSTİNİANUS’UN TAM ADINI GÖSTEREN KONSÜL
AFRİKA’NIN TEKRAR FETHİNİN SEMBOLÜ PARALAR
JUSTİNİANUS DÖNEMİ FETİH HARİTASI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİBLİYOGRAFYA:

Dıehl,Charles,History of the Byzantine Empire,1919,232.

Prokopius, The Secret History.

Ostrogorsky,Georg,Bizans Devleti Tarihi,582.

Academia.

YAZAN: MEHMET ALİ DOMUR

 

Yorum gönder